KİTAP ADI : HAYATIN KIYISINDA
YAZARI : JENNIFER NIVEN
YAYIN EVİ : PEGASUS
SAYFA SAYISI : 372
BASIM YILI : 2016
NOTUM : 5/5
İlk kez Theodore Finch dışında biri olmak istemediğimi fark ettim. Sadece Violet’ın baktığında gördüğü o çocuk olmak istiyordum. O çocuk coşku ve zarifliğin ne olduğunu biliyor; çoğu kafadan çatlak, budala, yarı serseri, yarı ucube karakterlerden oluşan yüzlerce kimlik barındırıyor; etrafındakileri endişelendirmemek için başkalarının suyuna gitmeye çalışıyor ve en önemlisi de kendi suyuna gidiyordu. O, bu dünyaya, bu bedene aitti. Olmak istediğim kişinin ta kendisiydi. Mezar taşımda şöyle yazmasını istiyordum: “Violet Markey’nin Sevdiği Çocuk.”
Bazen bazı kitapları
kapattığımda ilk yaptığım son kısımları tekrar okumak oluyor. Sonrasında ise
kitabı kapatıp öylece oturuyor ve sindirmeyi bekliyorum. Bazen bir kitabın
oluşturduğu etkiden kurtulmam günlerimi alır. Sanki içim uyuşmuş gibi
hissederim. Bir film sahnesini yaşıyor gibi. Baktığım ve yaptığım her şeyde
kitabın kapağını kapatırkenki hislerim olur. Bu kitap da tam olarak böyle bir
kitaptı.
Violet ve Finch…
İki kişi… İki ruh… Ama tek bir his… Onları bir araya getiren şey aynı
huzursuzluk…
Her zaman
olayların, kitapların, dizi/filmlerin sonları hakkında kendimce bir versiyon
oluştururum. Sonların olmasını istediğim bazı şekiller vardır. Mesela iyiler
ölmemeli, sevenler kavuşmalı, sevgisine karşılık bulamayanlar onları sevecek
kişilerle tanışmalı, çikolatalar her derde iyi gelmeli ve herkesin sıkıca
sarılıp derdini dinleyecek birisi olmalı…
Bu kitap için de vardı
kafamda bazı umutlar. Ancak kitabın gidişatı tamamen beni şaşırttı. Bir yerden
sonra bunu bekliyorsunuz ama yazar zaten size izin vermişken… İstediğim sonları
bulamayınca bazen yazara hak verdiğim olur. Ne de olsa bu bir kurgu ve öteki
türlüsü gerçekçi olmayacaktı derim. Ama bazen tek istediğim yazarın yakasına
yapışıp “Neden? Neden böyle yaptın ki? Bari siz yapmasanız. Bari siz…” diyesim
gelir.
İşin aslı bu kitap
için ikisini de diyemedim. Bunun sebebi anlatılan şeylerin ve anlatımın, sanki
yazar “Yapacak bir şeyim yok. Olan bu,” diyormuşçasına olması. İşte okuyucuyu
zorda bırakan ve kitabı hem sevdiren hem de kitaba garip bir rahatsızlık
hissiyle baktıran sebep bu.
Kitaptaki cümleler
o kadar naif ki hepsini kitabımın arasında kurutmak istiyorum. İpek mendillere
sarmak ve ara sıra eski bir anıyı anarcasına çıkarıp tekrar okumak istiyorum.
Burada paylaşmak üzere
işaretlediğim yerlerin haddi hesabı yok. Ellerim yorulana kadar yazacağım. Size
önerim kitabı okumanız… O kadar güzel cümleler var ki kitapta, sizin de benim
gibi hissedeceğinize eminim. Sadece alın ve okuyun. Sadece hissedin. Hem de her
bir duyguyu… Zaten zor olmayacak çünkü hepsini çok güzel yansıtmış yazar. Ve sonunda
beni anladığınızda yüzünüzde oluşan ifade benimkinin aynısı olacak bence.
Anlatılanların yazarın
başına gelenlerden esinlenilmiş olması da oldukça dokunaklıydı.
Yazarın kitabın
sonundaki notu da bu yüzden çok anlamlı:
Eğer hayatınızda bir şeylerin ters gittiğini düşünüyorsanız, sessiz kalmayın.
Yalnız değilsiniz.
Bu sizin suçunuz değil.
Destek alın.
Kitabı okurken dinleyebileceğiniz şarkılar:
* Bon Iver&St. Vincent - Roslyn
*Evgeny Grinko - Other Child Room
*Sam Airey - Stars
*Tom Odell - Heal (If I Stay Version)
*Jeff Victor - The Mermaid Tears
*Yungchen Lhamo - Happiness Is
*Serenade - K2 Soundtrack
*Wolf's Song - K2 Soundtrack
*The Black Skirts - As Long As You Wait, Again
*Midnight Youth - Golden Love
*New Empire - A Little Braver
Son bir tavsiye
henüz benim gibi Virginia Woolf’un Dalgalar kitabını okumadıysanız ilk fırsatta
almaya hazır olun. Çünkü gerçekten bazı sözleri bazı anlara çok uyuyor. Kitap
içinde yapılan alıntıların çoğu oradan.
Sırada kitaptaki o harika satırlardan derlediklerim… Burada
Finch’ten alıntı yapmazsam olmaz: “Bence ’Harika’ daha sık kullanılması gereken
harika bir sözcük.” Kesinlikle katılıyorum.
****
Hiç vakit kaybetmeden yazdım: “Köklerim var ama akıyorum.” Tam yazdığıma pişman olmuştum ki birkaç saniyeye yanıt geldi: “Bunu beğendim. Hangi kitap?”“Dalgalar.” Tekrar kopya çekip paragrafın tamamını buldum: “Devamı da şöyle: ‘İçimdeki binlerce kudretin yükseldiğini duyuyorum: kurnaz, şen, durgun, hüzünlüyüm, birinden diğerine dönüşüyorum. Köklerim var ama akıyorum. Baştan sona altın, akıyorum…’ “Yanıt verecek mi diye acele ettiğimden paragrafı burada kesmeye karar verdim.Üç dakika sonra yazdı. “Ben de bunu beğendim: ‘Ömrümün en coşku dolu anı. Dalgalanıyorum. Çağlıyorum. Akıntıdaki bir çiçek gibi bir o yana, bir bu yana salınıyorum ama kök salmışım sırf bana gelebilsin diye. ‘Gel,’ diyorum, ‘gel’.”
(…)“Altınım senin yanındayken, akıyorum.” Hiç düşünmeksizin yazıp gönderdim
****
Devasa bir karatahtaya dönüştürülmüş duvarın üzerinde, beyaz harflerle satırlar ve sütunlar dolusu ‘Ölmeden önce…’ yazıyordu. Her biri ‘Ölmeden önce…’ ile başlayan ‘… istiyorum’ ile son bulan cümlelerin ortalarındaki boşluklar ise rengarenk, bir kısmı yağmur ya da karla silinip gitmiş tebeşir yazılarıyla doluydu. Her cümledeki el yazısı farklıydı.(…)Uzunca bir süre sadece yazıları okudum. Sonra elimdeki tebeşir parçasıyla ben de yazmaya başladım: “Korkmamak istiyorum. Çok fazla düşünmemek istiyorum. Geride kalan boşlukları doldurmak istiyorum. Yeniden araba sürmek istiyorum. Yazmak istiyorum. Nefes almak istiyorum.”
****
"Yanlış anlama, senden hoşlanıyor falan değilim.""Niye devamlı aynı şeyi söylüyorsun?""Çünkü bana nasıl baktığını görüyorum.""Aman Tanrım. Gerçekten inanılmazsın."Kahkahayla güldü.Yolda giderken aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. Bir anlığına beni öpmesini istemiş olmam, Theodore Finch'ten hoşlandığım anlamına gelmezdi. Muhtelemen, uzun zamandır Ryan'dan başkasını öpmediğim için öyle hissetmiştim.Gezi defterimizi açıp 'Ölmeden Önce...' yazdım ama devamını getiremedim çünkü sayfada geri kalan boşluğa bakınca gözümün önünde, Finch'in duvara yazdığı satır dalganıyordu: Ve Violet Markey'yi öpmek istiyorum.
****
Rengarenksin tek bir rengin içinde, hem de tüm parlaklığınla.
Violet hayattır.Jüpiter-Plüton yerçekimsel etkisi hayattır.
Notların üzerindeki karalamalar kendi başına bir şey ifade etmeyen sözcük veya cümlelerden ibaretti: “Gece açan çiçekler” , “Gerçekliği hissetmek için yapıyorum” , “Düşelim” , “Bütünüyle benim kararım” , “Obelisk” , “Bugün bunun için güzel bir gün mü?”
Ne için güzel bir gün mü, diye sormak istedim…
****
“Yalnız değilsin,” dedi. “Aslında öyleyim. Sorun da bu ya zaten; hepimiz bedenlerimize ve zihnimize sıkışıp kalmış yalnızlarız. Hayattaki tüm arkadaşlıklarımız yüzeysel ve gelip geçici,” diyebilirdim.
(…)
Violet dirseğinin üzerinde doğrularak bana baktı. “Bunların hepsi gerçekten de olmuş mu?”
“Tabii ki hayır. 1 Nisan şakasıymış.”
Koluma vurup gerisingeri omzuma yattı. “Beni kandırdın.”
“Ama hikâyeyi anlatmamın sebebi başka. Şu an ben de tam olarak böyle hissediyorum. Yani Plüton, Jüpiter ve Dünya hizalanmış da havada süzülüyormuşum gibi.”
Kısa süreli bir sessizliğin ardından, “Çok acayipsin, Finch,” dedi ve ekledi: “Ama bu şimdiye kadar duyduğum en güzel iltifattı.”
****
“Ya sen?” diye sordu gözlüğünü takarken. “Sen en çok neden korkuyorsun?” “En çok, ‘Dikkatli ol’dan korkuyorum,” diye geçirdim içimden. “Sonra, ‘Uzun Düşüş’ten. ‘Uyku’dan. En çok da kendimden.
Bazen bazı şeyler gerçek olmasa bile biz öyleymiş gibi hissederiz, Ultraviyole.
****
Üzücü, öfke dolu, kötü, sevimsiz kelimeleri gözünün önünden ayırmayacağın bir yerde tutmak iyi fikirdi. Böylece insanı gafil avlayamazlardı.(…)Ya hayat da böyle olsaydı? Ucundan bile olsa kötü, can sıkıcı kısımları ayıklanmış; sadece mutlu ve güzelliklerle dolu bir hayat… Kötülükleri kesip atabilsek ve iyileri kendimize saklayabilsek nasıl olurdu? İşte, Violet’la yapmak istediğim şey tam olarak buydu: ona sırf güzellikleri sunup kötülüklerden uzak tutmak, böylece etrafımızı yalnızca iyilikle kuşatmak.
****
Ve mesajına karşılık şu sözleri yazıp gönderdim: “Beynim en anlaşılmaz düzenek; dur durak bilmeden vızıldıyor, uğulduyor, yükseliyor, gümbürdüyor, dalıyor ve çamura gömülüyor. Peki niçin? Bunca tutku neden?”Violet’ın, hayatı önemsiz meşgalelerden ibaret görmesiyle örtüşen bir alıntıydı. Ama öte yandan beni de tarif ediyordu; vızıldıyor, uğulduyor, yükseliyor, gümbürdüyor, dalıyor ve sonunda çamura, öyle derine gömülüyordum ki nefes alamıyordum. Uyku ya da Uyanık, arası yoktu.
****
O sırada Violet, saçları bir uçurtma gibi ardında savrularak ve uçlarıyla güneş ışığını yakalayıp altın gibi parıldayarak yanımdan geçti. Aklımın girdabına öyle bir kapılmıştım, düşüncelerimin yoğunluğuna kendimi öyle bir kaptırmıştım ki yanımdan geçenin Violet olduğunu ilk anda idrak edemedim. Sonra onu yakalamak için daha da hızlandım. Tempomu onunkine uydurmaya çalışırken tekrar atağa geçti. Artık ikimiz de sınırlarımızı zorluyorduk, sanki uçacaktık. Bu da benim sırrımdır; her an uçup gidecekmişim gibi hissederim. Dünyada benden ve o anda Violet'ten başka her şey içleri çamurla doluymuşçasına yavaş çekimde ilerliyordu adeta. Bizden hızlısı yoktu.
****
“Sen benim her şeyim oldun… Beni kurtarabilecek biri olsaydı, o senden başkası olamazdı.”
Yüce Manifesto’ya inanan Cesare Pavese, ölmeden önce, “Günleri değil, anları hatırlarız,” diye yazmış.
Çiçek fidanlığına uzanan yolu koştuğumu hatırlıyorum.
En iyi olduğum anlarda yüzündeki gülümsemeyi, kahkahalarını, bana hiç hata yapamazmışım ve bir bütünmüşüm gibi baktığını hatırlıyorum. Öyle olmadığımda dahi bakışlarının değişmediğini hatırlıyorum.
Avcumun içindeki elini, nasıl hissettirdiğini hatırlıyorum; bir şey ve biri bana aitmiş gibi…
“Seni sevmekten başka çare bırakmıyorsun bana,
Ve belki de yüreğimin en yüce amacı budur…”
-TF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder