Bu Blogda Ara

Blog Arşivi

Translate

14 Şubat 2016 Pazar

Gözlerini Haramdan Sakın


Yazar: Merve Özcan
Sayfa Sayısı: 504
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Portakal (Timaş'ın Alt Yayınevi)
Notum: 5/5


Mutlaka okunması ve okutulması gereken kitaplardan biri kesinlikle...

Üzüldüğüm şey şu ki devamı olduğunu bilmiyor olmam ve ne zaman çıkacağı ile ilgili en ufak bir ipucunun olmaması... (Yayınevinden öğrendiğim kadarıyla Haziran gibiymiş)


Günümüzde kitaplardan beklenen konulardan birkaçını içeriyor. Bunlardan başlıcası aşk... Ancak bunu ve diğer ele aldıklarını öyle vıcıklatmadan, tane tane ve öyle komik, benzetmeli bir üslupla yapıyor ki yazar... Kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. 

Birbirine zıt iki kişilik... Betül ve Ömer...

Birinin ak dediği diğer için hiçbir anlam ifade etmeyebiliyor. 

Ömer inançlarına,mesleğine ve ailesine bağlı, deyim yerindeyse işinde gücünde...

Betül se işşiz güçsüz, inandığı ve bağlı olduğu çok fazla şey olmayan, hafif çatlak bir kız...

Bu ikisinin yolları trajikomik bir şekilde kesişir ve ne kadar uğraşsalar da yoluna girmezse hiçbir şey, o zaman bundan bir roman olur sevgili okuyucu...

Çok da güzel olur hani...

Betül'ün akıl sesi bile okumak için bir teşvik...

Misal...

Yaklaşık on dakikadır gözüm ekrandaydı fakat dikkatimi izlediklerime verebildiğim söylenemezdi. En sevdiğim dizi bile şu an tm önemini kaybetmişti. Sanki ekrana aklımdaki görüntüleri yerleştirmiş, izliyordum.

Ömer ve ben, güneş batarken el ele tutuşmuş bir sahilde yürüyorduk. Serin rüzgâr tenimi usul usul okşuyor, yüzümü saçlarımdan kurtarıyordu. Bu sırada Ömer bana dönüp etkileyici bir ifadeyle gülümsüyor ve elimi tutarak...

Pekâlâ, vazgeçiyordum. Ömer'le romantik bir an hayal etmektense bir ağaca evlenme teklif edip onunla iyi günde, kötü günde, hastlıkta ve sağlıkta fotosentez yapmayı kabul etmem daha akla yatkın olurdu.



Kitap hem aşkı anlatıp hem de İslami sınırlar çerçevesinde kalmayı başarıp, tüm vıcıklı edebiyata ve medyaya "Bu iş böyle de yapılır!" diyor âdeta...

Polisiye ve din içermesinin yanı sıra aile, arkadaşlık kavramlarına hatta insanlığa da ışık tutuyor, yol gösteriyor.

Günümüz gençlerine özellikle okutulması gereken bir kitap ve seri bence...

Böyle eserleri baskıyla buluşturdukları için yayınevini kutluyorum.

Ve mutlaka okumanız gerektiğini tekrar hatırlatıyorum.

Keyifli okumalar...  :):)

Birkaç alıntı ve çektiğim fotoğraflar... Kitap çok fotojenik :))

Bu durum aklıma Selin'in önyargılı sözlerini getirmişti. Ne Fatma Teyze ne de Hatice Teyze, Selin'in düşündüğü gibi insanlar değillerdi. Hatta onlar, bu dünyada tanıdığım en tatlı insanlardandı. Nasıl olur da onlar için zorba ya da baskıcı diyebilirdim ki? Fatma Teyze sadece daha kapalı giyinmemi ve bazen namaz kılmasına eşlik etmemi istiyordu benden, o kadar. Bir de uygulama konusunda pek istekli olmasam da bana verdiği nasihatler vardı ki ben onları seviyordum. Ayrıca bana baskı uyguladığı da olmuyordu. Yemek yemem dışında tabii... Böyle iyi insanları yaftalamak kesinliklr yanlıştı. İnsanın iyisi ve kötüsü her yerde vardı sonuçta.


"Bana her şeyi anlattı."
"Kim?"
"Şeyma."
"Şeyma?"
"Ciddi düşündüğünüz Şeyma."
"Ben biriyle ciddi mi düşünüyormuşum?"




"Tamam, hadi kendine dikkat et oğlum. Allah'a emanet ol."
"Siz de Allah'a emanet olun."
-Siz de mi demişti o? Lütfen Betül, bunu yanlış anlamamalısın. Ayıp olmaması için öyle demişti muhtemelen. Her harekete anlam yüklemeye ve gelin güvey rollerinin ikisini de aynı anda idare etmeye çalışan yanımı bir an önce susturmam gerekiyordu.




"Bak, ben öyle söylemek istemedim."
"Senin için her şey bu kadar kolay mı yani?"
"Seni öyle biri olarak görmüyorum."
"Gözlerime baktığın nadir zamanlardan birinde... beni aşağılık biri olarak gördüğünü açıkça itiraf ettin."
"Öyle değilsin."
"Belki de sen haklısındır. Belki de ben gerçekten de senin düşündüğün gibi aşağılık..."
"Sana öyle olmadığını söyledim! Sakın! Bir daha sakın öyle bir şeyi kendine yakıştırma! " 



Bedenimdeki hâlsizliğe ve ağrılara rağmen dizginlediğim çığlıkları serbest bırakarak koltuğa zıpladım. Bu, kocaman bir frambuazlı pastadan daha muhteşemdi. Hatta bu, dünyadaki tüm pastalardan bile daha muhteşemdi! Ömer benim için, bu yağmurda ıslanmayı göze alarak ilaç almaya gitmişti ve sadece ben hasta olduğum içindi! Şu durumda kendime sorabileceğim en mantıklı soruyu sordum: "Müsait bir yerde bayılabilir miyim?"


Ömer elinde tuttuğu kitabı sesli bir şekilde okuyordu. Okuduğu şeyin Kur'an olduğunu anlamam biraz zamanımı almıştı. Sesi, okuduğu ayetlerin vurgu ve telafuzlarıyla öyle değişmişti ki nerede olsa heyecandan elimi ayağıma dolaştıran bu sesi tanıyamamıştım. Bunu tasvir edecek bir kelime aradım fakat bendeki karşılığı öyle silikti ki yalnızca güzel diyebilirdim. Çok güzel.

Dudaklarından dökülen o hiç anlamadığım kelimeler aklımın duvarlarında asılı kalıyordu. Ömer okuduğu şeyle bütünleşmişti adeta. Ne dilinde ne de ifadesinde alışılmamış tek bir şey vardı. Şu an gördüğüm ve duyduğum her şey içimi burkan duygu karmaşasını tetikliyor ve gözyaşlarımı akmaya teşvik ediyordu. Fakat ben garip bir şekilde bu ânın bitmesini istemiyordum.

Hiç yorum yok: